"Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak"

6 Nisan 2011 Çarşamba

Mecliste En İyi Şovu Yapan Yarışması Yapılsın

Bu ne şimdi anlayabilen beri gelsin.

Kendisine önce sosyalistim dedi.

Kendi genel başkanı olduğu partiye güvenmedi ve.

Sonra bağımsız oldu.

Hasbel kader meclise girdi.

Mecliste yalnız kalmamak içinde bir partinin mecliste grup kurması adına, sosyalistim dediği günlerde taban tabana zıt olan görüşlerine rağmen o partiye katıldı.

Önce türbanlılara şirin gözükmek için yanına türbanlı birkaç genç kız alıp mecliste basın toplantısı yaptı.

Şimdide giyim kuşamı protesto etmek için meclis kürsüsünde konuşma yaparken kravatını çıkarıp mikrofona asmış.


Hadi sosyalistliğini bir kenara atalı çok oldu.

Sıradan bir demokratlık ruhunda mı kalmadı.

Meclise girdiğinden beri iki kere gördüm basında ikisinde de çocukca işler yaptığını gördüm.

Bu son eylemde sanırım meclisin seçimler için kapanmasını fırsat bilerek son kez yapılan bir şovdan ibaret değil.

Şov yaparsın ama şovunda bir mantığı olur. (Bu şov da böyle mi yazılıyor bilemedim)

Ah çekmekten başka bir şey gelmiyor elimden, hadi benim elimden bir şey gelmiyor da bu sayın milletvekili eğer tekrar aday olacaksa bundan önce oy aldığı ve bundan sonra oy almayı düşündüğü insanlara ne diyecek.

Bakın ne güzel kravatımı çıkartıp mikrofona astım meclis başkanı kravatı oradan al dedi almadım, salondan dışarı çıktım. Heyyyttt var mı bana yan bakan mı diyecek.

Hey Türkiye toprakları ve anaları nelere kadirsiniz böyle. Analar ne aslan doğurup da bu toprakta büyümeye bırakmışlar.

Önümüzdeki seçimlerde meclise girecek bir kadın milletvekili de meclis kürsüsünde konuşma yaparken birden soyunmaya başlarsa ben hiç şaşırmayacağım. Hatta büyük bir zevk ile seyredeceğim.

Çok mu şey istiyorum acaba?

29 Ekim 2010 Cuma

İşçi Aidatı Artı Sendikacı Eşittir Burjuva Yaşam


107 gündür bir kadın işten atıldığı için çalıştığı işyerinin kapısına çadır kurarak hakkını aramak için direniyor.

Zaman zaman basında haber oluyor, zaman zaman da bir takım parti ve örgütlenmelere bağlı olan insanlar ziyaretine gidiyor. Sözüm ona moral konuşmaları yapıyorlar, kısa bir ziyaretten sonra evli evine köylü köyüne misali herkes çekip gidiyor. Belki de bir daha yanına asla uğramıyorlar.

Hadi parti yetkililerini ve sivil toplum örgütüne bağlı insanları bir yere kadar anlarım da, bu ülkede hiç mi duyarlı sendikalar kalmadı. Beş dakikalık bir ziyaretlerle bu işi çözeceğini mi sanıyorlar.

Yanlış hatırlamıyorsam çalıştığı işyerinde ki taşeron firma tarafından işine son verilmişti. Yine yanlış hatırlamıyorsam bu kadın işçi çalıştığı yerde sendika kurmak için çalışmalar yaptığından dolayı işine son verilmişti. Kendilerini işçilerin temsilcisi olarak gören o koca koca plazalarda ki bürolarında oturup göbek büyüten sendika ağaları neden bu kadına sahip çıkmazlar. Eğer sendika kurma işinde başarılı olabilseydi, her ay sendika aidatını tıkır tıkır alacaktı. Hatta bir iki ay geciktirse hemen bir uyarı yazısı bir gönderecekti.

O aidatların getirisi ile plazalar yapılıp, son model arabalara binilip, sözüm ona sendika toplantıları adı altında bilmem hangi beş yıldızlı otellerde yiyip içerken acaba hiç mi tek başına direnmeye çalışan bu kadın akıllarına gelmiyor. Benimkisi de, laf yani. Öyle bir sorunları olsa idi, beş yıldızlı otellerde tıksırıncaya kadar yiyeceklerine bu kadın kurmuş olduğu çadırında aç bir şekilde direnirken onunla birlikte direnmek için en azından dönüşümlü olarak bir eylem planı hazırlarlardı.

Bizim ülkemizde sendikalar bir meslek sahibi olmak için kurulur. Herhangi bir iş kolunda üç beş kişi bir araya gelir ve bazı işyerlerinde örgütlenme yapabilecek insanları bulurlar onların sayesinde on, yüz, bin derken bir bakmışsınız kocaman adı sendika olan ama aslında yeni bir ticari amaçlarla kullanılmaya çalışılan işyeri açılmış olur.

Bizim ülkemizin sendika yöneticileri elittir. Her ne kadar bazıları işçilikten gelseler de zamanla işçi sınıfından uzaklaşıp, işçi düşmanlığına kadar yükselirler. Nasıl ki milletvekilleri halkın içinden çıkıp ama halka yabancılaşıyorsa zamanla sendika yöneticileri de aynı yöntem ile emekçi yığınlarına yabancılaşırlar.

Bu ülke bir iki yıl ceza almamak için savunduğu ideolojiyi satan sendikacılarla doludur. Sosyalizm ve komünizm işçi sınıfının ideolojisi olduğu halde, sözüm ona işçi temsilcileri “biz sosyalizme, komünizme ve işçi sınıfının yönetimine karşıyız” diye mahkeme salonlarında savunma yaptılar. Ama ne hikmetse bugün hala işçi temsilciliğini devam ettirenler var ve hala işçi sınıfına o karşı oldukları ideolojiyi anlatmaya çalışıyorlar. Ölenlerde sosyalizmin ve komünizmin “yüce” işçi temsilcileri olarak her yıl anılıyorlar.

Ama kabahat onlarda değil, işçi sınıfı adına her alanda örgütlenme yapan insanlar nedense sendika yönetimini bu sözüm ona işçi temsilcilerinin ellerine bırakıyorlar. Onlara “ye Mehmet ye” formülünü kullanarak varlıklarına varlık katıyorlar.

Bir kadın işçiden söz açıldı nerelere geldik. Başınızı bile sallamadan aldığınız binlerce liranın maaşı hatırına bu kadın işçinin sorunu üzerine biraz eğilin. Unutmayın ki, onun gibi binlerce işçinin sayesinde

çocuklarınızı özel okullarda okutuyorsunuz,

son model arabalarda seyahat ediyorsunuz,

en elit semtlerde oturup,

karnınızı doyuruyorsunuz.

İŞÇİ TEMSİLCİSİ GİBİ GÖREV YAPIP BURJUVA GİBİ YAŞAMAK SANIRIM BİZİM ÜLKEMİZDE OLUR.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Taklitlerinden Sakınmak Lazım


Geçen günlerde Çin Başbakanı Türkiye’ye geldi ve bir takım anlaşmalar imzalandı. Biz televizyondan tabi sadece içinde bir takım kağıtlar olan kırmızı renkte dosya kaplarını gördük.

Herkes mutluydu önce bakanlar imza tarlarken başbakanlar ayakta arkada beklediler. Sonra aynı serenomiyi başbakanlar imza atarken gördük.

Atılan imzaların bir takım iş anlaşmaları olduğunu açıkladılar, ama benim pek ilgimi mi çekmedi nedir şu an hiç birini hatırlamıyorum. Yapılan anlaşmasının sayısı oysa sekiz adetti. Hiçbir tanesi mi, akılda kalmaz. Ama kalmadı işte. Şimdi internetten de araştırma yapmak istemiyorum.

Yalnız benim merak ettiğim bir şey var.

Çin Başbakanı ülkemize gelmeden önce bizzat Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan ve gidip yapılacak şeyleri yerinde tespit ettikten sonra İstanbul’lulara büyük bir müjde veren konular hakkında da, acaba bir konuşma veya anlaşma yapıldı mı?

1. Edirne’de ki Selimiye caminin aynısı İstanbul Ataşehir’de yapılacakmış.

2. Sultanahmet caminin aynısı İstanbul Ümraniye de inşa edilecekmiş.

3. Ve İstanbul boğazının aynısı Yine İstanbul’a yapılacakmış.

Yapılacak olan şeyler bir öncekinin kopyası olacaksa, ben olsam Çin Başbakanına bu konuda bir danışırdım. Nede olsa adamlar taklit ve kopya konularında dünyada bir numara.

Eyfel kulesinin olduğu meydanı bile birebir aynısını kendi ülkelerine yapmadılar mı? Gidip görenler bir an kendilerini Paris de hissetmediler mi?

Sonra benim aklım almıyor ama, hadi aldı diyelim. Edirne de ki Selimiye Camiinin aynısını İstanbul’a yaptın.

Pe ki zaten İstanbul da olan Sultanahmet ve İstanbul boğazının tekrardan İstanbul’a yapılmasının ne anlamı var. İlla yapacaksan;

ülkenin parası bu kadar çoksa,

Ülke de her şey güllük gülistanlıksa,

işsizlik yoksa,

halk kazandığı parayı nereye harcamaya karar veremiyorsa,

bağış olarak devlete hibe ediyorsa,

İstanbul da olan bir şeyi tekrardan İstanbul’a yapacağına git başka şehirlere yap, onlarda hiç değilse İstanbul boğazını ve Sultanahmet camini televizyonlarda ve filmlerde göreceğine akşam çoluğunu çocuğunu alır boğaza bir çay içmeye ve camiye namaz kılmaya gider.

Her konuda halka gitmekten dem vurulurken, Türkiye’nin bütçesini bilmem kaç kere aşabilecek bir savurganlık için neden halka sorulmuyor. Bu “dev” projeler.

Bunun maliyeti hesaplandı mı?

Özellikle İstanbul boğazının birebir yapılmasının altından hangi firma kalkabilecek. Türkiye’de ki bir firmanın kalkamayacağı aşikar. Daha Seyrantepe de Aslantepe diye adlandırılan stadı yapmak için bile en az on kere ihale iptal edildi ve on ayrı firmaya devredildi. En sonunda TOKİ ye kaldı ihale.

Ama ben yazının başında da söyledim, biz bu işi Çinlilere verelim. Adamlar ufak boylu ama yaptıkları ile dünyaya kafa tutuyorlar. Hem onların nüfusu da çok, getirirler birkaç bin işçi ve mühendis bir yılda İstanbul’un bir Sultanahmet camisi, bir İstanbul boğazı ve yanında birde Selimiye camisi olur.

10 Ekim 2010 Pazar

Trafikteki İmtiyazlılarımız


Trafikte artık imtiyazlı insanlarımız var. Milletvekilleri zaten dokunulmazlık zırhından dolayı her zaman imtiyazlı bir sınıf olmuşlardı. Artık yargı mensupları da trafikte imtiyazlı olacaklar. Yargı mensuplarının milletvekillerinden ne eksiği var ama değil mi?

Bundan sonra yargı mensupları ve milletvekilleri trafikte herhangi bir kural hatası işlerseler bile ceza kesilemeyecek. Sadece tutanak tutulacakmış. Sanki o tutanak devreye girecekte biz de göreceğiz.

Şimdiye kadar milletvekillerine ve yargı mensuplarına kesilen trafik cezası iptal ediliyormuş. Bunun sayıları da on binleri buluyormuş.

Böyle bir karar alınmasına neden olay da, bizim aslan sosyal demokratımız CHP li Kemal Anadol sayesinde olmuş.

Bu vekil kırmızı ışıkta geçmiş ve poliste görevini yaparak 128 tl. ceza kesmiş. Ama bu aslan sosyal demokratımız ben milletvekiliyim “sen bana nasıl ceza kesersin” deyip olayı mahkemeye taşımış.

Ve mahkeme davayı sonuca bağlamış. Gerekçesine de, “milletvekilin dokunulmazlığı olduğundan ceza kesilemez” hükmünü eklemiş. Tabi bu karar emsal alınarak hemen meclis toplanmış ve şimdiye kadar kesilen tüm cezaların iptaline karar vermek yana, bundan sonra kural hatası işleyen hiçbir vekile ceza kesilemez hükmünü de eklemeyi ihmal etmemişler.

Tabi bu kararı veren hakime de kıyak olsun diye ve onun üzerinden de tüm yargı mensuplarına da bir kıyak yapmışlar. Yargı mensuplarına da ceza kesilemez ek maddesini eklemişler.

Yani adam trafiğin kurallarından hiç birini takmayacak ve kural hatası işleyecek, bu kural hatası yüzünden belki de birkaç kişi hayatını kaybedecek. Ama kişi trafikte imtiyazlı olduğu için hiçbir cezai işleme tabii tutulamayacak.

Hadi milletvekillerini geçtik, bir hakim yaparsa hele bunu, aynı meslekten olan başka bir hakimde ölen kişinin yakınlarının açmış olduğu bir davada nasıl bir karar verecek. Veya nasıl bir karar vermesi bekleniyor.

Bir milletvekilinin şahsında bizzat yaşadık zaten bunu. Oğlunun kullandığı araba sonu ölüm ile biten bir kazaya neden oluyor, ama milletvekili baba “arabayı ben kullanıyordum” dediği için oğluna ve kendisine hiçbir işlem yapılamadı. Kaza yerine gelen jandarma ve görgü tanıklarının “arabayı oğlu kullanıyordu” diye tanıklık etmesine rağmen olay kapandı gitti.

Dokunulmazlıkları kaldıracağım diye nutuklar atan aslan sosyal demokratlar ve mecliste bulunan her milletvekili ve parti nedense bu trafikte imtiyazlı olma konusunda hiçbir ses çıkartmıyorlar. Çıkartmadıkları gibi dokunulmazlıklarının üstüne katmerli dokunulmazlıklar eklemeye çalışıyorlar.

Eşitlikten ve adaletten bahseden vekiller ve hukukun üstünlüğünden dem vuran yargı mensupları, kendi lehlerinde olan her şeyde nedense lal oluyorlar.

Ahmet Kaya’nın “Dokunma Yanarsın” diye bir şarkısı var, artık bizde araba kullanırken veya yolda yayan olarak giderken sürekli yanımızdan bir vekil veya yargı mensubu geçmesin diye dua edeceğiz.

Yanımızdan bir geçseler bırakın çarpışmayı rüzgarları bile bizi yakar.

1 Eylül 2010 Çarşamba

İçinden Otoban Geçen Göl


Bilenleriniz mutlaka hatırlayacaktır, hani Ferhan Şensoy’un “İçinden tranvay geçen şarkı” diye bir oyunu vardır.

İşte bu haberde tıpkı ona benziyor. Yalnız içinden geçen müzik nağmeleri değil de, taş, toprak ve bilumum otoban yapımında kullanılan malzemeler.

Adapazarı sınırları içinde Kör Sakarya Gölü vardır.

Artık yok, bir zamanlar içme suyu ihtiyacı için bile kullanılan göl artık yok.

Sakın son yıllardaki dünya ikliminin sıcaklığına dayanamadı da, kuruyup gitti falan diye düşünmeyin.

Dünya da bir eşine daha rastlanmayacak bir yöntemle Kör Sakarya Gölü şimdi bataklık halini aldı, bir iki yıla kadar da hepten yok olup gidecek.

Adapazarı- Karasu arasına yapılan otoban ne yazık ki, Kör Sakarya Gölünün içinden geçirdiler.

Hadi ya o kadar da olmaz demeyin, bizim çok bilmiş karayollarımız, 2,5 kilometre uzunluğa ve 60 metre genişliğe sahip Kör Sakarya Gölünün içini doldurarak gölü kuruttu.

Otobanı gölün kenarından veya 60 metrelik genişliğe sahip olan gölün üzerine bir köprü yapmayı tercih etmeyip, kendince çok kolay bir yol bulunup gölün içini doldurarak otobana gölü kurban etmişler.

Bunu yapan mutlaka bir taşeron firmadır, ama bunu denetleyen devletin mühendisleri veya sorumluları buna nasıl izin verirler.

Masraftan kaçmak için bunu yapmışlardır diyeceğim ama bu işi bilen uzmanlar bir köprü yapılsaydı dolgu için harcanan paranın üçte birine mal edilirdi diye açıklama yapmışlar.

Şimdi insan sormadan edemiyor, hem çevreyi katledip hem de kimlerin cebinin dolmasına kimler ne çıkar uğruna böylesi garabet bir olaya imza attılar.

Böylesi bir çalışma gerek TUBİTAK gerekse de dünya çapında yapılacak olan projeler arası bir yarışmada birinciliği uzak ara alır.

Bir sürü şeyler yazmak istiyorum ama inanın yazacak bir şey bulamıyorum. Çünkü bu kadar geri zekalıca yapılan bir iş için söylenecek hangi kelimeler bulunur. Ben bulamıyorum.

24 Ağustos 2010 Salı

Deniz Gezmiş Köprüsü


Hakkari-Van karayolunun üzerinde bulunan Zap Suyunun üzerine 1969 yılında İstanbul’dan giden devrimci öğrenciler bir köprü inşa ettiler ve adını da Deniz Gezmiş köprüsü koydular.

11 yıl önce doğanın şartlarına dayanamayarak köprü yıkıldı ve o yörede ki, zamanın Belediye Başkanları da pek önemsemediler köprü yıkık bir şekilde bu zamana geldi.

Şimdiki BDP’li Belediye başkanı, KESK Hakkâri Şubeler platformu organizatörlüğünde ve bir takım insanlar ön ayak olup köprüyü yenileyip yeniden ayakta tutmaya karar vermişler.

Hoş bir şey 1969 yılının bu köprü inşaatında emeği geçen devrimci öğrencilerine ve o yörede bu köprüyü kullanan insanlara da bir saygı göstergesidir. Geç de olsa bu saygıyı göstermek bile güzel bir şey.

Ama her işte yaptığımız gibi bu işte de gereksiz bir anlayış hakim olmuş ki, bir taraftan saygı uyandıracak bir iş yaparken. Diğer yandan saygısızlık yapılıyor.

Evet 1969 yılının devrimci gençleri emekleriyle bir köprü inşa ediyor ve o zamanın yöre halkıyla beraber köprüye Deniz Gezmiş adı veriliyor. Ama şimdi köprüyü ben yeniliyorum adını da değiştirme hakkına sahibim mantığı ile köprüye “Gençlik ve Kardeşlik” (Belediye Başkanının televizyonda yaptığı açıklamasında sadece Kardeşlik) adını vereceklermiş.

İsim değiştirme hastalığımız her yerde kendini gösteriyor sizin anlayacağınız. Hele bir de bunu köylerimizin, mezralarımızın, dağlarımızın hatta ilçelerimizin adları değişti geri istiyoruz diyen bir anlayışın yapması çok fena bir çelişki yumağı oluşturuyor değil mi?

Onverita sitesinde Diyojen arkadaşımız "Devrimci Gençlik Köprüsü" ‘Anılarım’ başlığında bir yazı dizisi yazmıştı. Sağ olsaydı acaba bu habere nasıl bir yazı yazardı diye düşünmeden de edemedim hani.

Fitre Ve Zekatınızı Devlete Verin


Önümüzdeki yapılacak olan referandumda kağıt, zarf, sandık ve görevlilere verilecek paranın maliyeti Yüksek Seçim Kurulu tarafından 154 milyon lira olarak belirlenmiş.

Buna birde partilere propaganda yapmaları için devlet olarak verilecek olan paranın toplamı yaklaşık 100 milyon lira kadarmış. Etti mi 254 milyon lira. Yani hemen kafasını toplayamayanlar için hatırlatalım, eski alıştığımız miktar ile 254 trilyon lira.

Referandumdan sonra yaklaşık 10 ay gibi kısa bir süre sonra milletvekili seçimleri olacak. Referandum maliyetinin en az on katı gibi bir masraf ile karşı karşıya kalınacak. Genel seçim ile referandumu aynı kefeye koyamazsınız.

Bu paralar kimin cebinden çıkıyor. Devletin diyeceksiniz, peki devlet bu parayı nerden buluyor. Aldığınız nefes hariç kullandığınız gerekli ve gereksiz şeyler için ödediğiniz haklı ve haksız olarak adlandırılan vergilerden buluyor. Yani ödediğiniz her vergi aslında size sadece yol, su ve elektrik olarak geri gelmiyor. Anayasanın iki maddesini değiştireceğim diye alnınızın teri ile topladığınız paralar, dipsiz bir kuyuya atılıyor. Dipsiz kuyu derken kimlerin cebine giriyor hiçbir zaman anlayabilmiş değilim. Çünkü o dipsiz cepler hiç dolmuyor.

Aslında ödediğiniz vergiler yol, su ve elektrik olarak da geri gelmiyor. Öyle olsaydı eğer, ödediğim vergi ile bana sunulan hizmete ayrıca o hizmetten yararlandığım için bir de ayrıca her ay fatura ödemezdim. Faturayı ödeyemediğim zaman hemen kesmeye gelme gibi bir yüzsüzlük ile karşı karşıya kalmazdım. Borcumu ödediğim vergiden düş de göreyim. Böylece bende ödediğim verginin ne kadar işe yaradığını göreyim.

Onun için “ÖDEDİĞİNİZ HER VERGİ SİZE YOL, SU VE ELEKTRİK OLARAK GERİ GELECEKTİR” gibi saçma bir slogan olamaz. Ödediğim vergi ile size sunulacak hizmetin yatırımlarını yapıyorum, size daha iyi bir hizmet vermek için yenileme çalışmalarını yapıyorum dense çok daha doğru olur. İstanbul’dan Ankara’ya arabanızla gitmeye kalktığınız zaman bile en az üç defa YOL BASTI parası vermek zorundasınız.

Gerçi onca gereksiz vergi verdiğimiz halde hiçbir zaman hakkımız olan hizmeti layıkıyla alabilmiş değiliz, neyse diyerek bu konuya burada noktayı koyalım.

Türkiye vatandaşları şimdiye kadar hiç itiraz etmeden adı ne olursa olsun bilmem ne vergisini kuzu kuzu ödedi. Bir öneri getirmek istiyorum. Bu devletin, bakın ülkenin demiyorum. Çünkü ödenen her vergi ülkeyi değil devletin bazı insanlarını zengin etmiştir. Ülkenin değil bazı insanların yolunu açmıştır.

Yine fedakarlıklarınıza bir fedakarlığı da ekleyin ve içinde bulunduğumuz ay da verilen fitre ve zekatınızı devlete verin.

Belki direk devlete ait bir banka hesap numarası bulamazsınız. Ama bir FİTRE VE ZEKAT KOMİSYONU kurulur. İlk önce bütün bağışlar orada toplanır. Daha sonra o komisyon bir basın açıklaması yaparak hatta yanına basını da alıp meclisteki bir yetkiliye toplanan paraları verirler. Artık mecliste o fitre ve zekat paralarını kimlere vereceğini sizden bizden daha iyi belirler.

Referandum ve kısa bir süre sonra yapılacak genel seçimlerde devletin kasası bir hayli boşalacak. Şimdiden bunun önlemini almak lazım. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, yapılan anayasa değişikliğinden dolayı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı süresi bittiği zaman yeni Cumhurbaşkanını halk seçecek. Yani yine sandık kurulacak, alın size gereksiz bir masraf daha. Hem de bilmem kaç milyonluk (Trilyonluk) masraf.

Evet evet siz siz olun bu çağrıma kulak verin, fitre ve zekatlarını devlete vermek için bir an önce şu komisyonu kurun.

Eğer bu çağrıma kulak vermezde bildiğinizi okursanız, bildiğinizi okumak sizlere gereksiz bilmem kaç tane vergi olarak geri dönecek haberiniz olsun. Ama fitre ve zekatlarınızı devlete verirseniz hem devleti zengin eder hem de belli mi olur belki de daha fazla sevap kazanırsınız.