"Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak"

3 Mart 2010 Çarşamba

Senaristin Kanatları


İnsanın yaşadığı yerde sinema, tiyatro ve konser salonları olmayınca bir takım kültür sanat faaliyetlerinden ister istemez uzak kalıyorsunuz.

Şu internet denen zerzavatta olmasa iyice kültür sanat açısından vitaminsiz kalacağız. Özellikle sinema filmlerini veren bir takım siteler varda onların yapmış olduğu yayınlar sayesinde vizyona çıkan filmleri hemen hemen bir iki hafta sonra izleyebiliyorsunuz.

Tabi şimdi hemen korsana hayır diyenler çıkacaktır okurların arasında ama hiç tınmıyorum, tınacak koşullarım el vermiyor.

Ne yapayım yani şimdi bir film izlemek için sineması olan en yakın yere mi gideyim. Bu demektir ki, 5 saat yol gideceğim ve 5 saat da yolu tekrar geri geleceğim. Yok ben almayayım, almadığım için de üstü de kalmasın.

Buradan harcanan emeğe karşı bir duruşum olduğu falan çıkarılmasın. Elbette bir film yapılırken bir çok kişinin harcadığı emek, alınteri anlatılamayacak kadar fazla. Ama ülkemizin somut koşulları her yerde aynı olmadığı için bizi de böyle korsan film izlemeye mecbur bırakıyor. Ne demişler vermeyince vatan ne yapsın Hasan.

Az önce "Gecenin Kanatları" filmini izledim. film gecenin kanatları mı yoksa senaristin saçmalıkları mı bir türlü karar veremedim.

Hani şu kendini canlı bomba olarak patlatacak olan kızın yaşam öyküsü. Film klasikleşmiş bir başlangıçla dönmeye başlıyor. Küçük bir kızın gözleri önünde annesi ve babası polisler tarafından kendi evlerinde öldürülüyor. Kızın anne ve babası bir örgütün militanı mı veya bir örgüte yardım eden kişiler mi. Bu konu da açıklayıcı bir bilgi verilmiyor ya da ben algılayamadım.

Bir sahne sonra kız büyüyor ve bir kentin otogarında bir örgüt militanı tarafından karşılanıp bir eve yerleştiriliyor. Bir kaç gün sonra da kendi patlatacak.

Ama gelin görün ki başka bir şehirden getirilen ve hiç zamanı olmayan bir örgüt militanı bir gün içinde yerleştirilen binanın kapıcısınınn oğluna aşık olur ve önündeki bir kaç gününü onunla gezmeye ve sevişmeye ayırır. Ne ilginç değil mi her şey aynen sadece filmlerde olabilen gelişmelerle gidiyor, gerçeklerden kopuk, hayattan uzak bir şeyler anlatılıyor.

Eylemi yapacak örgüt militanlarını da bir kaç toplantı da gösteriyor bu arada. Ama ne ilginçtir ki onlarda sanki bir hayal aleminde yaşıyorlar, bir karar almışlar mı, alınan bir kararı uygulamaya koymak için bu insanlar mı seçilmiş, eylemin yanlışlığı ve doğruluğu hakkında anlaşılmaz bir takım sözler söyleniyor. Senaristten başka kimse anlamıyor sanırım.

Sahneler böyle akıp giderken eylem günü geliyor. İlginçlik burada da devam ediyor kızın seviştiği çocuğun bir feodal arkadaşı aynı zamanda örgütle bağlantısı olan biri, esas oğlana "o bizden kendini öldürecek git kurtar" diyor ve esas oğlan koşmaya başlıyor. Bu nasıl bir illagalitedir ki başrol oyunsunun eylemden hiç haberi yokken ve eylem yerini bilmediği halde ayakları onu eylem yerine götürüyor. Ve kızın kolundan tutuyor tam bomba patlayacakken kız eylemden vaz geçiyor, bu arada başka bir örgüt militanı eylemi üstlenip "hadi gidin" diyor ve eylemi bomba ile değil silah ile gerçekleştiriyor.

ve SON.

Ya bir film yapacaksanız dünyadaki veya Türkiye'deki intihar bombası ile eylem yapan örgütleri bir inceleyin. Ne şartlarda ve ne amaçla bu tür eylem biçimlerini seçerler. Ve bunları nasıl planlarlar ve nasıl yaparlar. Bu insanlar kimdir neyi savunurlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder